Dağ Açılıyor!

Muhteşem bir köşkün sahibi olan bu adam, Vezüv'ün püskürdüğü küllerden hazineleriyle birlikte kaçmağa çalışıyor. Ama, bunu başaramayıp ölecek. Böylece, sanat eserleri ve bunlar arasında, ellerinde tuttuğu büyük tabak, on sekiz yüzyıl sonra, yeniden bulunacak. Bu altından "phiale-" nin (tanrılar onuruna, yere şarap dökme kabı) ortasında bir amblem görülüyor. Başında bir fil postu bulunan şu büst, Afrika'yı simgeliyor; sağ omuzunda bir aslan, sol omuzunda ise bir bolluk boynuzu taşıyor.

Herculanum'la Pompei'nin Yeniden Doğuşu

On sekiz yüzyıl boyunca, Herculanum ve Pompei, artık sadece, eski yazarların anısını sakladıkları adlar olarak kalacaktır. Bu şehirlerin yerleri bilinmiyordu. XVIII. yüzyılın ilk yıllarında onları hiç kimsenin ve özellikle, Napoli'yi işgal eden Avusturya ordusunun bir generali olan Prens Elbeuf ün merak ettiği yoktu. Prens, arsa alıp bir köşk yaptırmak hevesine kapıldı. Bu amaçla mermer aramaya başladı. Rastladığı bir köylü, kendisine, bir kuyudan çıkardığı blokları gösterdi. Bu konuda biraz bilgisi olan prens, mermerlerin Roma devrinden kalma parçalar olduğunu sezdi; araziyi satın alarak kazılar yaptırmaya girişti, işçiler, iyi durumda ve çok güzel heykeller buldular. Elbeuf'ün Herculanum'u bulduğundan kuşkusu yoktu. Bu ilk araştırmalar ansızın durdu. Kazılara ancak 1738'de eski eserlere pek meraklı olan Napoli kralının ve karısının teşvikiyle yeniden başlandı. Ne yazık ki o sırada çalışmaların yönetimi, Winckelmann'ın yazdığı gibi, eski eserlerden zerrece anlamayan bir İspanyol istihkâm subayına bırakılmıştır. Tabiî, sonuç gecikmez: bizim mühendis, lavın içinde rasgele tüneller açar ve bulduğu heykellerin bronzu ile şamdanlar ve aziz heykelleri döktürür. Neyse ki, onun yardımcısı olan ve sonradan yerini alan İsviçreli bir subay, Charles Weber, araştırmaları daha ciddî bir tutumla yürütür. 1750'de, altında Herculanum'un yatmakta olduğu küçük ve modern bir şehrin, Resina'nın toprağında bir galeri açar. Şaşkınlık ve hayranlık içinde, sıra sıra sütunları, havuzları, heykelleri ve kütüphanesiyle, muazzam bir köşk, kelimenin gerçek anlamında bir saray keşfeder. Kütüphanedeki yanmış ya da hiç zarar görmemiş kâğıt tomarları sonradan açılmış ve kısmen okunmuştur: burası, Piso köşküdür. Ama, ne yazık ki, yerin altından çıkan karbon dioksit, kazılardan vazgeçmeyi zorunlu kılar. Yeni bir kasabanın yoksul evlerinin altında duran bu yeraltı sarayı, hâlâ gün ışığına kavuşmayı bekliyor. Yine aynı tarihte, 1748'de, Weber, araştırmalarını köylülerin eski kalıntılar buldukları bir tepeye yöneltir. Herculanum'da, taş gibi sertleşmiş, kalın bir lav tabakasını delmek gerektiği halde, bu yerde sadece, temizlenmesi daha kolay olan donmuş küller vardır. İşte bundan dolayı kazıcılar, sonunda, çalışmalarını bu araziye yönelttiler; orada, anıtları gün ışığına çıkarmak için galeriler kazmaya gerek yoktu. Pompei, keşfedilmişti. Artık az çok sürekli bir şekilde devam edecek olan kazılar, her kazma vuruşta, her şeyi sona erdiren facianın yürekler parçalayıcı delillerini bulmak olanağını verir. Nihayet vücutlar, can verdikleri andaki duruşlarıyle, taş ya da iskelet haline gelmiş olarak aydınlığa kavuşurlar! Böylece, iki yüzyıllık çabalardan sonra, Pompei'de, eski bir şehir, yaşıyorken donmuş haliyle, gün ışığına çıkarıldı. Buna karşılık, Amedeo Maiuri'nin kazıları son derece bilimsel ve sistemli bir şekilde yürütmeğe başladığı 1911'de itibaren, Herculanum'un daha küçük bir bölümü, çok büyük bir özenle açıldı.

Ostia

Roma'nın Tiber ırmağı ağzındaki limanı Ostia, Herculanum ve Pompei ile oldukça benzerlik gösterir. Zira bu şehir, birdenbire yok olmadı, ama, yavaş yavaş öldü. Giderek canlılığı tükendi ve halkı onu terketti. Ostia, yıkıntılarının içinde sessizce uykuya daldı ve kimse gelip onu yüzyıllardır süren bu uykusundan uyandırmadı. Geçen yüzyılın başında Papa Pius VII, ilk araştırmaları başlattığı sırada, şehrin yerini sadece tepecikler belirtiyordu. Yeni bir ara verildikten sonra, 1909'da kazılara tekrar başlandı ve bugün, şehrin çok büyük bir bölümü, birkaç katlı evleriyle, tapınakları, tiyatrosu, meydan ve sokaklarıyle gün ışığına çıkarılmış bulunuyor. Kuşkusuz, Ostia kazıları, Pompei ve Herculanum'a ün kazandıran o çarpıcı buluntuları göz önüne sermedi. Ama, bu güzel limanın sokaklarında bir gezinti yapacak olursanız, arkeologların orada gerçekleştirdiği hârikalar karşısında heyecana kapılmaktan kendinizi alamazsınız. Orada, Roma'nın bütün hayatı, Eskiçağ belgelerinden tanıdığımız haliyle, yeniden canlanmıştır. Bir sayfiye şehri olan Pompei'de, zengin Romalıların işsiz güçsüz ve şatafatlı yaşayışına tanık oluruz. Ama, Ostia'da, Doğu'nun tüm zenginliklerinin, tarihteki en büyük ve güçlü imparatorluklardan birinin başkentine, Roma'ya akmak üzere geldiği bir limanın, bir ticaret şehrinin telâşlı ve dağdağalı hayatını buluruz. Ostia, bu başkentin Capitolium tepesinden 25 km uzaklıktaki bir kenar mahallesidir.