Chichen İtza'nın Birinci Alınışı

Cordoba, yolculuğuna devam etti; birçok kez savaştı ve sonunda Küba'ya döndü, iki yıl sonra, Hernan Cortes, Yucatan'da, Meksika'yı fethine başlangıç olan bir sefere girişti. Meksika'nın egemenlik altına alınmasından birkaç yıl sonra, 1527'de İspanyollar Meksika'yı işgale karar verdiler. Bu görevi alan Francisco Montejo, 400 piyade ve 150 süvarinin başında hareket etti. Bu toprakları Tanrı ve Kastilya kralı adına ele geçirdikten sonra, yarımadanın içine doğru yürüdü. Böylece, Itza Kızılderililerinin çökmekte olan eski başkenti Chichen Itza'ya ulaştı. Şehri teslim aldı ve oraya yerleşti. Ama, çok geçmeden, yerli halk başkaldırdı. Bunun üzerine İspanyollar, tası tarağı toplayıp kaçmaktan başka çare olmadığını düşündüler, İspanyolların bırakıp gittiği Chichen Itza, iç savaşlar ve salgın hastalıkların kırıp geçirdiği yerliler tarafından da terkedildi. Çok geçmeden, Maya şehirleri unutulup gitti.


Bir Aztek davulu, bir değirmen taşı ile tane ezeceği, Jaina'da (Campec-he) bulunmuş bir Maya heykeli, bir "atlatl" (mızrağı hızlı ve isabetli atmağa yarayan sopa) ve obsidiyenden yapılma bir kurban bıçağı.

Balta Girmemiş Ormanda İki Arkeolog

Maya şehirlerini tam üç yüzyıl boyunca örtecek olan esrar perdesi o kadar kalındı ki, bundan böyle o şehirler Avrupalılara sadece bir efsane olarak görünecekti. Üstelik Avrupalılar, belgeleriyle meraklarını çekebilecek olan İspanyol vakanüvislerinin öykülerini de bilmiyorlardı. 1836'da, otuz yaşında bir Amerikalı, John Stephens, New York'ta bir hukuk bürosu açtı. Kendisi Avrupa'da ve YakınDoğu'da uzun yıllar dolaşmış ve oralarda arkeolojiyle ilgilenmişti. Macera şeytanı, Stephens'ı dürtmekte gecikmedi. Stephens, bir New York dönüşünde, Londra'dan geçerken, bir İspanyol subayının XVIII. yüzyılda, Güney Meksika ormanlarında yürüttüğü bir seferin hikâyesini okumuştu. Hikâye, İspanyol subayının Palenque adını verdiği balta girmemiş ormanda kaybolmuş, harabe halinde bir şehirden söz ediyordu. O sırada, İngiltere'de, Lord Kingsborough'un yayımlamak için varını yoğunu yitirdiği, Meacico'nun Eski Eserleri adlı dev yapıtı çıkıyordu. Sözü edilen eserler, Orta Meksika'daki Aztek harabeleriydi. Okuduğu bu kitap, Stephens'a esrarengiz Palenque'yi yeniden aramaya gitmek kararını verdirdi. Stephens, Londra'da tanıdığı Frederic Cathenwood adında çok yetenekli bir ressamı yanına aldı. 1839'da iki adam, İngiliz Hondurası'na Belize'ye gittiler. Orada buharlı bir gemiye binerek, İzabal gölünün limanına vardılar. Sonra, rehberleriyle birlikte katır sırtında, ülkenin içine daldılar. Yerlilerin Copan adını verdikleri esrarengiz bir şehirden söz edildiğini duymuşlardı. Rehberler onları işte bu şehri aramaya götürdüler. Ne var ki, nemli sıcağı insanı bunaltan, maymunlar, kuşlar, iguanalar, jaguarlar ve pumalarla dolu, bu sık, tropikal ormanda kaybolduklarını hissettikleri zaman, böyle bir yerde şehir uygarlığının gelişebileceğine inanmaları zordu. Copan köyüne ulaştıklarında, harabelerin yerini kimse gösteremedi. Kâşiflerimizin en sonunda zorlukla buldukları bir yerli, onları sık bir ormandan bir ırmağa kadar götürdü. Irmağın kıyılarından, üzeri tırmanıcı bitkilerle kaplı bir sur gördüler. Sabırsızlıktan yanıp tutuşarak suyu geçtiler ve harap bir merdivenden, duvarın tepesine çıktılar, işte o zaman, ormandan fışkıran taş yapı kalıntılarını gördüler ve kendilerini birden, taş yapıları, sıra sütunları, sunakları, tepelerinde tapınaklar bulunan kademeli piramitleri ve ilginç şekilli heykelleriyle, gerçek bir şehrin içinde buldular.

1840 ilkbaharında, araştırma gezilerinin ilk hedefi Palenque'yi aramak üzere yeniden yola çıktılar. Yeniden sık, nemli ve vahşi bir ormanda haftalarca ilerleyerek, Santo Domingo del Palenque adlı köye vardılar. Ve yeniden, o çevrede, ormana gömülmüş bir başka şehir çıktı karşılarına. Buradaki anıtların alanı, Copan'dakinden de büyüktü ve şehir, çok geniş bir sahaya yayılıyordu. Duvarları, taş üzerine işlenmiş garip bir yazıyla kaplı olan bir tapınak, anıtlara tepeden bakıyordu: ona, "Yazıtlar Tapınağı" adım verdiler. Bunlara benzer hiyeroglifleri daha önce Copan'da görmüşlerdi. Yazıların ve mimarî üslûpların bu benzerliği, onları, çok eskiden kaybolmuş aynı uygarlığın, ormanla kaplı pek geniş bir alana yayıldığını düşünmeğe sevketti.

Amerikalıların Kökenleri

Amerika insanının kökeni, bilginlerin karşısına uzun zaman bir sürü muamma çıkardı. Bu muammalar hâlâ tamamen aydınlanmış değildir. İlk araştırmacılar Maya ve Aztek kültürlerinin kaynağını açıklamak için, Eski Dünya'ya ve özellikle Mısırlılara ya da Asurlular tarafından sürgün edilen İsrail kabilelerine eğildiler. Arkeolojik kazıların gelişmesi, meraklıları tarafından hâlâ tutulan bu uydurma hikâyeleri çabucak çürütme olanağını sağladı. Amerika insanının ortaya çıkmasına gelince, tarihöncesiyle ilgili kazılar bize, bu soruya oldukça tatmin edici bir cevap veren bilgiler sağladı. Bütün Amerika yerlileri "homo sapiens" grubundandır, yani bugünkü insanın soyundan gelmedir. Öte yandan, Kızılderili tiplerin ve Alaska ile Sibirya arasında şimdiki Bering boğazının enleminde bir köprü meydana getirmiş olan buzullaşmaların incelenmesi, bundan aşağı yukarı otuzbeş bin yıl önce, ilk avcı kabilelerin Amerika'ya geçerek, oradan yavaş yavaş kıtanın güneyine kadar yayıldıklarım ortaya koyuyor. Eski Sibiryalılarla ve daha önce Doğu Asya'da oturan sarı ırktan halklarla akraba olan bu göçmenler, birbirini izleyen dalgalar halinde geldiler. Sonra, oldukları yerde geliştiler ve Eski Dünya insanlarıyle hemen hemen aynı zamanda, kendi tarımlarını icadettiler. Ayrıca, öyle görünüyor ki, daha yakın zamanlarda Asya'dan, bu kez gemiyle kıyılar boyunca giderek, hattâ Polinezyalıların toplu göçleri sırasında, Büyük Okyanusu aşarak gerçekleştirilen başka göçler de oldu.