Priamos'un Hazinesi

O sabah dayanılmaz bir sıcak vardı. Schliemann ve karısı, Truva'nın efsaneleşmiş kralı Priamos'un sarayı olabileceğini düşündükleri bir kale duvarının dibinde tek başlarına çalışıyorlardı. Dudaklarını kavuran toz toprağa, yüzlerinden boşanan tere aldırmadan yeni bir seviyeyi kazmağa başladılar; yerdeki kömür izlerine bakılırsa bu tabaka büyük bir yangın geçirmişti. Heinrich birden kısık bir sesle karısını çağırdı: kazmanın ucu sert bir cisme, bakırdan bir eşyaya çarpmıştı. Kale duvarının altındaki taş, toprak yığınını delicesine temizlemeğe başladılar. Nihayet, o sert cismin arkasında bir altın parıltısı çarptı gözlerine. Schliemann karısına, yaş günü şerefine bugün çalışmayacaklarını ve işçileri göndermesini söyledi. İşçiler gittikten sonra toprağın altındaki eşyaları bir bir çıkarmağa başladılar. Sophia, kocasının uzattığı parçaları elbisesinin eteğine topluyor, kucağı dolunca da götürüp barakalarına bırakıyordu; akşam barakalarına çekilince hepsini uzun inceleyeceklerdi; bütün eşyalar masanın üstüne yığılmıştı: gümüş vazolar, kadehler, tabaklar, altın ve bakır kupalar, altın kolyeler, küpeler, taçlar, bakır kazanlar, kılıçlar, kalkanlar ve değerli madenlerden yapılmış binlerce - 9 OOO'in üstünde! - küçük parça. Dört bin yıl önce, kenti saran yangının kızıllığında bir adam oraya gömmüştü bu hazineyi. Schliemıann bu gömüye "Priamos'un hazinesi" dedi; oysa gerçekte, bulduğu hazine Homeros'un destanınaki ünlü kraldan bin yıl öncesine aitti. Schliemann'ın Hisarlık tepesinin yamaçlarından çıkardığı en ilginç buluntulardan biri işte bu hazinedir; Homeros'a İlyada destanını esinleyen Truva kenti de gerçekten o tepenin altındaydı.


Mykenai döneminde çok savaşçı bir ulus olan Yunanlılar yalnız dıştaki düşmanlarıyla değil, kendi aralarında, komşu sitelerle de savaşırlardı. Homeros'un İlyada'sı, bu insanların kanlı savaşlarını anlatır. Mykenai savaşçıları, tunçtan ya da deriden yapılmış, ek yerleri madeni çivilerle sağlamlaştırılmış ağır zırhlar giyer, bazıları sırtlarına ayrıca bir aslan postu geçirirlerdi. Bu savaş giysisini, bazen üstü hayvan postuyla kaplanmış madenden ya da tahtadan bir kalkan, bir mızrak ve keskin bir kılıç tamamlardı.

Garip Bir Tapınak

Genellikle yontulmamış çok iri taşlardan yapılan ve rnegalit adı verilen anıtlar arasında en tanınmışı hiç kuşkusuz İngiltere'deki Stonehenge megalitidir. Bu anıt, iç içe iki taş halkadan oluşur; ortadaki halkada, üstlerine ağır atkı taşları oturtulmuş 2 m eninde ve 5 m yüksekliğinde otuz tane taş dizilidir; 230 km uzaktaki bir taşocağından, Galler ülkesinden çıkarılan bu iri dolerit (dolantaşı) bloklarını ta oradan buraya taşımışlar demek! İçindeki mezar oyuklarına bakılırsa bir gömütlük olduğu anlaşılan ilk halka II. binyılın başlarında dikilmiş. Bir güneş tapınağı olan ortadaki halka ise Milattan önce 1400 yıllarından kalma ve Wessex uygarlığına ait. Bu uygarlığın hem Mısır uygarlığıyla, hem de Stonehenge taşlarından birinin üzerine kazılmış bir kılıç resmine bakılırsa Mykenai dönemi Yunan uygarlığıyla ilişkileri olmuş. Ayrıca Mykenai'lilerin Mısır'da yapılan cam boncukları da bu bölge halkına sattıkları anlaşılıyor. Anıtın orta ekseninin, 21 hazirandaki gündönümü sırasında güneşin doğduğu noktaya doğru yönelmiş olduğu uzun yıllar önce farkedilmişti. Bundan birkaç yıl önce bir İngiliz astronomu, Stonehenge'in, güneş ve ay tutulmalarını haber veren bir gözlemevi olduğu konusunda ilginç bir varsayım ortaya attı; bu da astronomi yasalarının sanıldığı gibi yalnız Doğu halklarmca ve özellikle klasik çağ Yunanistan'ında değil, çok daha eskiden bilindiğini akla getirir.