Firavunlar Devrinde Grev

İşçilerin haklarına sahip çıkmaları, yalnız çağdaş dünyaya özgü bir olay değildir. Yeraltı mezarları, nekropolün çevresinde kurulmuş köylerde yaşayan işçiler tarafından kazılırdı. Bu işçiler arasında kazıcılar ve duvarcılar olduğu kadar, kral mezarlarının duvarlarını süsleyen o eşsiz güzellikteki resim ve kabartmaları yapan ressam ve heykeltraşlar da bulunurdu. Ne var ki, Milattan önce XII. yüzyılda, Ramses devrinin sonlarına doğru, bu sanatçı ve zanaatçıların pek çok kez greve kalkıştıklarını o devirden kalma belgelerden öğreniyoruz. En sık karşılaşılan grev nedeni de, devlet hazinesinin güç durumda olduğu zamanlar İşçi ücretlerinin geç ödenmesiydi. Bu gibi durumlarda işçibaşları, ücretlerinin kısa zamanda ödeneceğine dair söz verip yeminler ederek işçileri yeniden işbaşı yapmağa çağırır, fakat çoğu zaman işçiler onların bu yakarışlarına aldırmazlardı. O zaman işçilerin şikâyetlerini dinleme sırası rahiplerle kâtiplere gelirdi; eldeki belgelerden birinde grevcilerin kendilerine elbise, yağ, sebze, balık, kısacası ücret olarak verilmesi gereken hiçbir şeyin verilmediğinden yakındıkları yazılıdır. Aynı belgeye göre, işçiler haklarının ödenmesi için bu durumun firavuna ve başvezirine yazıyla bildirilmesini istiyorlar. Başka bir belgede de, kendilerine yöneltilen "utanç verici davranışlar" dan yakınıyor, fakat bu davranışın ne olduğunu belirtmiyorlar. Sonunda genellikle, vezir, grevcileri sindirme yöntemlerine başvurmaksızın hepsine ücretlerini taksit taksit dağıttırırdı. Bu da, bu teknik elemanların firavun toplumundaki önemini kanıtlar.

İşte, Tutankhamon'un mezarındaki hazinelerinden birkaçı. Ortada, genç kralın tahtadan yapılıp boyanmış büstü. Onun sağında, iki atla çekilen hafif arabası; aynı araba, firavunu devekuşu avlarken gösteren alttaki yelpazenin üstüne de resmedilmiştir.

Mısır iklimi çok kurak olduğu için, bitkisel elyaftan yapılmış birkaç peruk bozulmadan günümüze kadar gelebilmiştir Mısırlılar, güneşten korunmak için başlarına böyle peruklar geçirirlerdi. 

İki İngilizin Çılgınca Tasarısı

1922 yılının o 4 kasım günü, görünüşte öbür günlerden hiç de farklı değildi. Nil'in yukarı vadisinde her şey sonsuz bir uykuya dalmıştı sanki. Irmak tanrı,1 500 km uzunluğunda ve birkaç kilometre enindeki dar bir toprak şeridine gene hayat veriyor, insanların yaşamı da tıpkı bu büyük ırmağın suları gibi sonsuzluk ve tekdüzelik içinde akıp gidiyordu. Firavunlar devrinin köylülerine benzeyen fellahlar her zamanki gibi günlük işleriyle uğraşırlarken, üçgen yelkenler açmış zarif filikalar, Nil'in sularında sakin sakin yol alıyor, büyük İngiliz şirketlerinin buharlı gemileri de uzaklardan getirdikleri turist kafilelerini, tepedeki Amon tapınağı yıkıntılarının önünde uzanan Luksor limanının rıhtımına boşaltıyorlardı. Oysa o gün, hiç de diğerleri gibi sıradan bir gün değildi; Lord Carnarvon ve Hcward Carter adlı iki İngilizin akıl almaz sebat ve sabrı sayesinde, o 4 Kasım günü tarihe geçecekti. Lord Carnarvon, sanatçıları destekleyen, zengin bir koleksiyoncuydu; 1917'de Mısır Eski Eserler Kurumu'ndan Krallar vadisinin imtiyazını almış, böylece, Mısır'ın eski başkenti Teb'in bu nekropol bölümünde arkeolojik araştırmalar yapma hakkını elde etmişti. Howard Carter ise meslekten bir arkeologtu. Ömrünün otuz yılını, beş yüzyıl boyunca Mısır krallarının aileleri ve nedimleriyle gömüldüğü bütün batı Teb bölgesinde kazılar yapmakla geçirmişti. Çorak yaylanın bir tepe gibi yükselen yamacına oyulmuş bu kral mezarları bütün vadiye hâkimdi. Carnarvon ile ile Carter 1907'de tanışmışlar, o tarihten beri Howard Carter'ın yönettiği Teb kazılarının bütün giderlerini beş yıldır Lord Carnarvon üstlenmişti. Şimdi ikisi de, kafalarını kurcalayıp duran bir hayale kaptırmışlardı kendilerini. Yamaçlarından birinde, Milattan önce XVI. yüzyılın başlarından XI. yüzyıla kadar süren Yeni İmparatorluk döneminde yaşamış firavunların gömüldüğü mezar odaları bulunan ve Krallar vadisi diye anılan bu vadideki bütün kral mezarlarının bilindiği sanılıyordu. Yalnız, XVIII. hanedanın gön yıllarında hüküm sürmüş Tutankhamon adında bir kralın mezarı ortalarda yoktu. Gerçekten de, bir süre önce, mezarlardan birinin yakınındaki bir kuyudan, üzerlerine bu firavunun adı işlenmiş bazı eşyalar çıkarılmıştı. Bu nedenle, arkeologların çoğu Tutankhamon'un mezarının orada bulunduğunu ve daha önce bu kesimde araştırdıkları bütün mezarlar gibi onun da Eskiçağ'dan itibaren yağma edildiğini düşünmüşlerdi. Oysa Carnarvon ile Carter, Tutankhamon'un mezarının henüz bulunmadığına inanıyorlardı. Bu varsayım, uzmanlardan çoğuna pek gülünç gelmişti. Üstelik, dört yıldır sürdürdükleri araştırmaların hâlâ bir sonuç vermemiş olması da karşı tarafı haklı çıkaracağa benziyordu. Nitekim, 28 Ekim 1922'de Carter yeniden araştırmalar yapmak üzere Luksor'a döndüğünde artık pek umudu kalmamıştı. Çünkü yıllardır bütün vadiyi didik didik taramışlardı; yalnız, üç bin yıl önce mezar işçilerinin oturdukları toprak kulübelerin yıkıntılariyle dolu olan bir tek yer kalıyordu. Burası Ramses VI'nın mezarının hemen yanındaydı. Aslında Carter bu bölgeyi de kazdırmış, fakat toprağın altındaki kayalara kadar inmemişti. Başka çaresi kalmadığından, kazıcılara en küçük bir şans tanımayan o kayalık kesimi yeniden araştırmağa karar verdi.