Firavunların Laneti

Tutankhamon'un mezarındaki kazılar devam ederken Lord Carnarvon'un ölmesi, firavunun mezarına el uzatmağa kalkışanların üstüne bir felâket çökeceği yolundaki efsaneyi doğrulamış oluyordu. Gerçekten de Lord Carnarvon kazılar sırasında ölmüştü, ama, bazılarının iddia ettiği gibi esrarengiz bir hastalıktan değil. Kaldı ki, firavun mezarlarını kazanlar arasında normal bîr ölümle ölenlerin sayısı çok fazlaydı. Aslında eski Mısırlılar, krallarıyla birlikte gömdükleri hazinelerini korumak için ellerinden geleni yapmışlardır. Mezar girişlerini kapatan ağır taşlarla yetinmeyip, yapının dört bir yanına beddua ve lanet sözcükleri yazarlardı. Bu çok etkisiz bir önlem grbi geliyorsa da, yağmacıların o zamanki tanrılara inanan ve genellikle lânetlenmekten çok korkan Eskiçağ insanları olduklarını unutmamak gerekir. Fakat, mezarlardaki hazinelerin büyüsü, korkudan daha güçlüydü!.. Kimbilir, belki de bu Eskiçağ insanları, firavunların lanetine İnanan bugünün insanları kadar boş inançlara kaptırmıyorlardı kendilerini. 

Çok neşeli ve barışçı bir topluluk olan Mısırlılar, sık sık şenlikler düzenlerlerdi. Bazı bilge kişiler "yaşamak için önünde uzanan zamanı iyi değerlendir, bir şenlikten farkı olmasın" diye öğütlerlerdi.

Hiyerogliflerin Anahtarı

Yukarı Mısır, özellikle de Teb bölgesi anıtları, tarih boyunca Batılı gezginler tarafından sık sık ziyaret edilmiştir. Napolyon Bonapart, XVIII. yüzyılın son yıllarında Nil vadisini ele geçirdiği zaman, bilim adamlarından kurulu bir heyeti, ayakta kalan anıtların kopyalarını çizmekle görevlendirmişti. Çok önemli bir yayına konu olan bu değerli çalışma, uzmanların bütün ilgisini, tapınakların ve mezar anıtlarının duvarlarına kazılarak ya da boyanarak yazılmış işaretler üstüne çekti. Hiyeroglif denilen bu işaretler kuşkusuz öteden beri biliniyordu ve Yunanlılarla Romalılar için her zaman bir sır olarak kalmıştı. Uzmanlar zaman zaman bu işaretleri çözmeye uğraşmışlar, fakat hiçbir sonuç alamamışlardı. Nil deltasındaki Reşid kentinde Napolyon'un askerleri tarafından bulunan ve üzerinde hiyerogliflerin yanısıra Yunanca yazılar olan bir taş, araştırmalara yeni bir yön verecekti. Hiyerogliflerin sırrım ilk kez çözen. 1790'da Fransa'nın Figeac kentinde doğmuş, Jean-François Champollion adında genç bir bilgin oldu. Champollion son derece yetenekli bir çocuktu; onbir yaşında İbraniceyi öğrendi; onaltı yaşındayken firavunlar Mısır'ı üstüne bir inceleme yazdı ve bu çalışmasıyla Grenoble akademisine girmeyi başardı. Onsekiz yaşındayken, aynı kentin fakültesinde öğretim üyeliğine atandı. Artık hayatta bir tek amacı vardı: eski Mısırlıların dilini çözmek ve anlayabilmek. Eskiçağ'da Mısır hıristiyanlarının konuştuğu kopt (ya da kıptî) dilini büyük bir hevesle incelemeğe başladı, çünkü bu dilin yapısında eski Mısır dilinin yozlaşmış bir biçimini bulabileceğini düşünüyordu. Nitekim tahminleri doğru çıktı, fakat hiyerogliflerin anahtarını bulmadıkça hiçbir sonuç alamazdı. Reşid taşı üstünde yaptığı titiz bir incelemeden sonra hiyerogliflerin sırrını çözmüş, Yunanca metinde geçen kral adlarıyla kartuşları, yani kenarları yuvarlatılmış bir çeşit dikdörtgenle çevrili hiyeroglifleri karşılaştırarak Kleopatra ve Ptolemaios adlarının hiyerogliflerle nasıl yazıldığını bulmuştu. Bu buluş.yönteminin çıkış noktası oldu. 1822'de, Edebiyat ve yazıtlar akademisinin üyelerinden Dacîer'ye bir mektup yazarak hiyerogliflerin anahtarını açıkladı. 1832'de öldüğü zaman, Mısır filolojisine bir dilbilgisi kitabıyla bir sözlük kazandırmıştı.