Resmin solundaki şu dizgin halkalarını, Ur sancağından alınmış, araba çeken yabaneşekleriyle karşılaştırınız. Yanda iki "dua eden insan" Heykeli ve dünyanın en eski yazısı.

Puabi'nin Son Yolculuğu

Arabanın hemen arkasında, göz kamaştırıcı elbiseler giymiş iki nedime yürüyor; onları da yine saraydan on kadın izliyor. Silâhlı muhafızlar ve uşaklar, mezarında ölüyle birlikte kalacak hazineleri taşıyorlar. Alay, göğsünü bağrını parçalayan, çığlık çığlığa bağırıp ağlayan ağıtçılarla son buluyor. Mezarın girişine yakın bir yerde, cenaze alayı duruyor. Âyinler tamamlandıktan ve öküzlerle keçiler, rahiplerin nacakları altında can verdikten sonra, mezara, Sümerlerin inancına göre, ölülerin yedi kapıdan girdiği öbür dünyanın ön odasına iniş başlıyor.Güçlü kuvvetli iki adam, arabanın üzerine yerleştirilmiş ve kraliçenin yatmakta olduğu kereveti kavradılar; cenaze şarkılarının eşliğinde, yeraltına giden yokuşu iniyorlar. Uzun bir dehlizi geçerek, küçük boyutlu kral odasına ulaşıyorlar. Buraya daha önce çeşitli eşyalar ve özellikle, ölünün giysileriyle dolu ağır bir sandık getirilmişti: zira ölüler, öbür dünyada da giyinir ve yiyip içerler. Kerevet, yere; altın, gümüş, bakır ve taştan yapılmış kap kaçağın, gümüş tablaların ve lambaların, nadir kavkıların ve kozmetik olarak kullanılacak yeşil, beyaz, kırmızı ve siyah boyalarla dolu altın ve gümüş çanakların ortasına bırakıldı. İki nedime de yeraltı mezarına girdiler; saltanatlı bir şekilde süslenmiş araba ile kurban edilen eşeklerin Ölüleri ve kıymetli kap kaçak da dehlize indirildi. On nedime dehlizde durdular. Diz çöküp ilâhi okuyorlar. İçlerinden biri onlara harpla eşlik ediyor. Eşeklerden sorumlu seyisler oturmuş, kraliçenin kerevetini taşıyan adamların çıkışını seyrediyorlar. Şu anda beş asker, salonun girişini tutuyor ve çıkışa engel oluyor. Kandiller yakıldı; herkes susmuş, dışardaki uğultulara karışan ilâhileri dinliyor.

Ve işte, boğuk gürültüler geliyor; bu, atılan toprak ve taş yığınının sesi: yukarıda, mezarı örtüyorlar. Ve bütün bu kadınlar, eşek seyisleri, askerler, kraliçenin son yolculuğunda, onunla birlikte olacaklar. Bu pek yakın ölüme karşı hiçbiri isyan etmiyor; hepsi de karanlıklar dünyasında kraliçenin ölümsüzlüğünü paylaşmaktan belki de mutluluk duyarak, vakarını koruyor. Az sonra, kandillerin titrek ışıklarını saçtığı salonlara, gün ışığı artık ulaşmaz oluyor. Bunun üzerine herkes sırayla dehlizin ortasındaki büyük leğene yaklaşarak, bir maşrapayı daldırıyor ve bir dikişte içiyor. Sonra her biri sessizce tekrar yerine dönüyor. Nedimeler diz çökmüşler, harp sesinin eşliğinde ilâhiler okumaya devam ediyorlar. Krallık odasında da diğer iki nedime, biri kraliçenin başucunda, öbürü de ayak-ucunda olmak üzere diz çökmüşler. Onlar da kendilerini acı çekmeden ölüme götürecek olan içkiyi altın kupalardan içtiler. İki kadın, başlarını kerevete eğmişler, kandillerin ölgün alevleriyle tuğla duvarlara yansıttığı garip gölgeleri seyrediyorlar. Askerler, görevlerinin gururu içinde dimdik duruyorlar. Onlar da kendilerini kadınların tekdüzeli ilâhilerine kaptırmışlar. Nihayet, yavaş yavaş, sesler zayıflıyor, harpın telleri üzerindeki parmaklar sürçüyor ve çalmayı bırakıyor. Harp çalan kadın, sesi hâlâ kubbede yankılanan sazıyle birlikte yere düşüyor. Son sesler, bir iç çekmeyle tükeniyor. Kandillerin solgun ışıkları, sonsuzluğa dek sönmeden önce, kısa bir süre daha, hafiften cızırdayarak oynaşmaya devam edecek.