Babil Kulesi

Arkeoloji, ünlü Babil kulesinin tarihî gerçeğini Babil ülkesinde ve özellikle Ur'da ortaya koydu. İncil, insanların Sennaar (bu ad, hiç şüphesiz Sümer kelimesinin bozulmuş şeklidir) ovasına yerleştiklerini ve orada, taş yerine tuğla kullandıklarını nakleder. Ve nitekim, Babil ülkesindeki bütün anıtlar tuğladandır. "Geliniz, bütün yeryüzüne dağılmamak için, kendimize bir şehirle tepesi göğe değen bir kule bina ederek nam kazanalım." Ama, Yehova, bu küstahlık âbidesini gördü ve onların dilini karıştırdı; yani hepsi ayrı dilden konuşmaya başladı. Bu olaylardan sonra, insanlar dağıldı; çünkü birbirinin dilini anlamıyorlardı. işte bundan ötürü, bu yere, Tevrat'ta "karışıklık" anlamına gelen "Babel" adı verildi. Gerçekte Babel, Babylonia'nın (Babil ülkesi) Tevrat'taki şeklidir. Ülkenin yerli adı, "Tanrının kapısı" anlamına gelen Bab-ili" idi. Çok eski zamanlardan beri, Mezopotamya bozkırına yer yer serpilmiş o oldukça büyük tepeler, gelip geçen yolcuların dikkatini çekerdi. Bu toprak ve kum yığınlarının altında, tuğladan yapılmış, çok katlı kuleler şeklinde büyük anıtlar bulundu. Yunanlı tarihçi Heredot, Babil kulesini bize şöyle anlatır: Her kat, Babillilerin bildiği beş gezegeni simgeleyen ayrı ayrı renklere boyanmıştı. Kulenin tepesinde, nerdeyse göğe değecek bir tapınak yükseliyordu. Orada tanrılar oturmaktaydı. Daima, kutsal bir avlunun içine yapılmış ve tapınaklarla çevrili bu dinî anıtlara, Babil dilinde "ziggurat" adı verilmişti.

Bir adam, mührünü basmak için taştan bir silindiri, yumuşak kilin üzerinde yuvarlıyor. Bir kadın, genelikle Doğu'da yaygın bir âdete göre, yükleri taşıyor. Arkada, "bitkilerden yapılma" bir evin önünde, adamlar kamış çubuklarla içiyorlar.